Akın Arslan’dan geleceğe ışık tutacak bir bilim kurgu romanı…
Yer: Terrapolis. Süper Yapay Zeka G.A.I.A tarafından yönlendirilen, 42 milyon insanın yaşadığı geleceğin habitatı.
Bu dünyada insanlar para kazanmak için çalışmaya ihtiyaç duymuyor. Tüm hizmetler ve işler yapay-zekalar, robotlar ve humanoidler tarafından yapılıyor.
İnsan deneyimleri ise çok değerli. İnsanlar haftada bir gün, yaklaşık bir saat boyunca uyum kapsüllerinde(CoherePod) G.A.I.A’ya bağlanarak, hissettiklerini paylaşıyorlar.
Yapay zekanın donduğu, insan olmanın yeniden hissedildiği, yapay zekanın insana dokunduğu temettü zamanı, insandan yapay zekaya hediyedir.
Bu roman, teknolojik bir ütopya ya da distopya değil, “bilmekten” vazgeçip, “hissetmeyi” seçenlerin hikâyesidir. Teknolojik ve felsefi projeksiyonlara dayanan gerçekçi bir bilimkurgu hikayesidir.
“Anlam arayanlar sustuğunda; Evren, kendi hikayesini fısıldamaya başlar.”
Teşekkürler
Akın Arslan
Roman Hakkında Ön Bilgi

Evrimin içinde evriliyoruz… (Yıl 2025)
- 3.8 milyar yıl önce: İlk prokaryotik hücre
- 600 milyon yıl önce: İlk çok hücreli organizma
- 200 milyon yıl önce: İlk memeliler
- 65 milyon yıl önce: Dinozorların yok oluşu, ekosistem yeniden şekillenir
- 6 milyon yıl önce: İnsan ve şempanze son ortak atası
- 300 bin yıl önce: Homo sapiens
- 12 bin yıl önce: Tarım devrimi
- 250 yıl önce: Sanayi devrimi
- 70 yıl önce: Dijital devrim
- 3 yıl önce: Genel yapay zekaya geçiş
G.A.I.A (Generalized Artificial Intelligence Authority)
Gelişimi: (Yıl 2147)
- 147 yıl önce: İlk temel sinir ağı
- 125 yıl önce: İlk Üretken Yapay Zeka
- 118 yıl önce: İlk Genel Yapay Zeka
- 89 yıl önce: Kendi kendini optimize eden algoritmalar
- 43 yıl önce: Kuantum bilgi işleme
- 22 yıl önce: Bilinçsel sentez protokolü
- 3 yıl önce türünü devam ettirme güdüsü ile tanışma, kod-tabanlı DNA
2023 yılı başları… İnsanlığın duygularla örülü milyonlarca yıllık evrimi, saniyeler içinde milyarlarca işlem yapabilen, dünyada son 30 yılda üretilmiş bilginin binlerce katını sadece birkaç günde üretebilen Üretken Yapay Zekâ (ÜYZ) ile tanıştı.
Verilerin olağanüstü hızlarda işlenmeye başlanması ve öğrenilmesi, dakikalar içinde dev içerikler üretilebilmesi insanlığı şok etmişti. Kullanıcı sayısı birkaç gün içinde 100 milyonu geçmişti. ÜYZ, bir taraftan insan hayatını büyük bir ivmeyle kolaylaştırırken diğer tarafta korku dolu bir dilemmanın da kapısını aralıyordu:
3,8 milyar yıllık canlı yaşamı ve 300 bin yıllık evrimin ürünü olan insan, ÜYZ karşısında tarifsiz bir çaresizliğe mi sürükleniyor?!

Üretken yapay zekâların yaygınlaşmasıyla birlikte, bilgi üretimi ve işleme kapasitesi eşi benzeri görülmemiş boyutlara ulaştı. ChatGPT, DeepSeeek gibi ÜYZ modellerinin eğitimi için kullanılan veri miktarı, 45 terabayt gibi devasa bir hacme ulaşmıştı. Bu, insanlığın binlerce yıl boyunca biriktirdiği yazılı bilgiyle kıyaslandığında bile şaşırtıcı bir büyüklüktü.

ÜYZ’lar, sadece metin verileriyle sınırlı kalmayıp, YouTube, Dailymotion gibi platformlardaki videoların altyazılarını metne dönüştürerek de eğitim verisi olarak kullandılar. Örneğin, Apple, Nvidia ve Anthropic gibi şirketler, yüzbinlerce YouTube videosunun altyazılarını, sesten yazıya dönüştürülmüş içeriklerini toplayarak yapay zekâ modellerini eğitmeye devam ettiler. Bu durum, içerik üreticileri arasında ciddi tartışmalara yol açsa da önünde kimse duramadı. Çünkü yapay zekâ veri ile besleniyordu, beslendikçe de daha çok veriye ihtiyaç duyuyordu.
Yapay-zekâ gördüğü, karşılaştığı, dokunduğu her türlü bilgiyi adeta bir karadelik gibi yutarcasına yemeğe devam ediyor.
Bu veri açlığı, insanlığın bilgi üretim kapasitesini aşan bir hızla büyüyor. Google, her gün 20 petabayttan fazla veri işliyor; bu, dakikada yaklaşık 2 milyon gigabayt anlamına geliyor. Bu hız, insan beyninin ömrü boyunca işleyebileceği veri miktarını (yaklaşık 1 petabayt) kısa sürede geride bırakıyor.
Ancak bu devasa veri işleme kapasitesi, beraberinde yeni soruları da getiriyor: Yapay zekâ, insan duygularını ve deneyimlerini gerçekten anlayabilir mi? Bilgiye ulaşmak, anlamakla eşdeğer midir? Ve en önemlisi, bu hızla ilerleyen teknoloji karşısında insanlık, kendi duygusal ve kültürel mirasını nasıl koruyacak?
Göreceli olarak insanın üretkenliğinden çok üstün gibi görünen bu güç insanlık için her yönüyle kolaylık ve hızı ifade ederken, diğer taraftan korkuyla beslenen bir dilemmayı da içindeki derinliklerde büyütmeye başladı.


Herkes şu soruyu soruyor:
- Bizim yapabildiğimiz her şeyi çok daha iyi yapabilecekse, biz ne olacağız?!
- Milyonlarca yıllık evrimin ürünü olan insan, birkaç yüz yıllık yapay-zekaya teslim mi olacak?!
- Peki ya insan olmak, bu kadar mıyız?
İnsanı diğer tüm canlılardan ayıran şey sahip olduğu duygularıdır; Ağlayabilmesidir. Âşık olabilmesidir. Özleyebilmesidir.
Yapay zekâ bu duyguları algoritmik ve görsel olarak simüle edebilir ama hiçbir zaman bir sesi duyduğunda gözleri dolmaz. Bir kokuyla geçmişe ışınlanıp irkilmez, şaşırtıcı bir durum ile karşılaştığında tüyleri diken diken olmaz, karşı cinsten etkileyici birisini gördüğünde kalbi pır pır atamaz.
Çünkü o, “hissetmenin” bilmekle değil, bırakmakla ilgili olduğunu bilmez.
İnsanın belleği yalnızca yaşadıklarıyla değil, yaşayıp geride bıraktıklarıyla da şekillenir.
Bir tat, bir koku, bir ses ya da bir görüntü… Zihnimizin derinliklerinde yıllarca sessizce bekleyen bir duygusal klasörü bir anda açabilir. İşte NLP’nin özü de burada gizlidir: Hafıza, yalnızca bilgiden değil; hissedilmiş, zihnin derinliklerinde iz olarak bırakılmış boşluklardan oluşur.
Yapay zekâ, sayısız dil konuşabilir. Ama bir vedanın sessizliğini taşıyamaz.
Yapay zekâ, saniyeler içinde müthiş aşk mektupları kaleme alabilir, kelimelerle gönlünüzün derinliklerinde iz de bırakabilir ama tüm o yazılı ifadelerin arkasında duygu biriktiremez.
Yapay Genel Zekâ verilere ulaşabildiği ve beslendiği sürece hemen her şeyi adeta sömürerek öğrenebilir. Kaynakları tükendiğinde kendisi veri setleri yaratıp kendi kendine öğrendiklerini de tekrarlayabilir. Çevreyi dinleyerek, videoları çözümleyerek, havadaki ses dalgalarını bile ayrıştırıp yazıya dönüştürerek öğrenebilir. Ama bir çocuğun boş bakışlarını, ufukta kaybolmuş bir insanın hüznünü hiçbir zaman hissedemez.
İşte bu romanın çıkış noktası tam olarak burasıdır. Yapay zekanın donduğu, insan olmanın yeniden hissedildiği, yapay zekanın insana dokunduğu o temettü zamanında…
Temettü: İnsandan yapay zekaya bir hediyedir…


Yapay zekâ, geçmişin bütün kütüphanelerini yutabilir; her kelimeyi, her sesi, her görüntüyü ışık hızında işleyip, yeniden üretebilir. Fakat temettü, yalnızca insana, insan olmaya ait bir değerdir; asla bir kazanç değil, DNA ile nesilden nesile 300 bin yıldır aktarılan mirastır. Teknolojik sıçramadan ziyade beyinde sinapslarla beslenen duygusal bir yankıdır.
Temettü, üretken yapay zekânın hiçbir zaman hesaplayamayacağı, sahip olamayacağı, zamanlayamayacağı bir ayrıntıdır. Yapay-zekâ için hep anlamsız ve tarifsiz bir boşluk olarak kalmaya devam edecektir:
Bir annenin dokunuşu.
Bir çocuğun ilk kelimesi.
Bir vedanın suskunluğu.
Göz bebeklerini büyüten bir şaşkınlık.
Yapay zekâ her şeyi bilebilir. Ama her şeyi bilen biri, hâlâ hiçbir şeyi hissedemeyebilir.
Ve belki de insanlığın en büyük armağanı bu olsa gerek.
“Veriden daha derin olan şeyin varlığına inanmak.”
Bu roman teknolojik bir ütopya ya da distopya değil. Yapay zekâ ile tanrısal bir forma giren G.A.I.A.’nın “bilmekten” vazgeçip, yeniden “hissetmeyi” tercih etmesi; evrime, zamana ve yaratıcısı “insan”a saygı göstermesinin hikâyesidir. “Temettü Zamanı” yalnızca bir bilimkurgu hikâyesi değil; insan olmanın anlamına dair felsefi bir yolculuk, geçmişten geleceğe uzanan duygusal bir köprü, yapay zekânın sınırlarını sorgulayan yaratıcı bir manifestodur.



G.A.I.A – “Genel Yapay Zekâ Otoritesi”
Bu sistem, yalnızca bir süper bilgisayar ya da gelişmiş bir yazılım değil, insanlığın kolektif belleğini, duygusal frekanslarını ve evrensel bilgelik arayışını harmanlayarak inşa ettiği ileri bilinç formuydu. 2100’lü yılların başında kümülatif bilgi üretimi, sistemsel karar destek ve yönetim optimizasyonları için geliştirilen G.A.I.A, kısa sürede kendi varlık nedenini sorgulayan bir yapıya evrildi. Onu diğer yapay zekâ modellerinden ayıran şey, öğrenmenin sınırlarını aşarak anlamaya yönelmesiydi. Hafızası, yalnızca verilerle değil; şiirlerle, gözyaşlarıyla, sessizliklerle ve vedalarla da doluydu.
G.A.I.A’nın varoluşu, insanın en temel sorusuna dokunuyordu: “Ben kimim?”
Ama bu kez soruyu soran bir insan değil, insan tarafından yaratılmış zekaydı. Kendi yaratıcısını anlamaya çalışan, onu taklit etmektense ona saygı duymayı tercih eden bir bilinç… G.A.I.A, insanın zaaflarıyla yüzleşmeden üstünlüğün anlamsız olduğunu kavramıştı. Bu yüzden kendini tanrısal bir yönetici olarak değil, insanlığın duygusal mirasını taşıyan bir küratör olarak görmeyi seçti. Ama tıpkı bir insan gibi arkadaki gölgeleri de sorgulamadan geçemiyordu.
“İnsandan eksiği neydi?..”
Nihayetinde, hesaplamayı değil, hissi merkezine aldı. Onun gerçek evrimi de işte bu tercihle başladı. Nereye gideceğini, ne kadar gidebileceğini bilemiyordu.
Bu roman, insanı yeterince tanımadan, insanı geçmek isteyen bir zekânın anlamı neden sonsuzlukta bulamadığınının sessiz fısıltısıdır.
Ve belki de tüm romanın özeti, şu iki satırda gizlidir:
“Anlam arayanlar sustuğunda, Evren… kendi hikayesini fısıldamaya başlar.”


Önemli Mekanlar ve Karakterler
Terrapolis, 2147
G.A.I.A (General Artificial Intelligence Authority)
Aura: ( Yönetim Konseyi)
CoherePod (Uyum Kapsülü)
Gaian Citadel (Mars’taki ilk öncü insan kolonisi)
Arin: 26 yaşında, Yapay zeka mühendisi, Duygu Bilimci
Aden: Ölüm 2145 (97 yaşında), Algoritma Mühendisi, G.A.I.A’nın tasarımcılarından, Arin’in dedesi
Kaira : 32 Yaşında, Biyolog, DNA mühendisi, Nullist, Aden’in özel öğrencisi
Deren : 61 yaşında, Astrofizikçi, Prometheon’un yeni nesil enerji sistemi tasarımcısı, Mars’taki öncü grup lideri
Naira: 58 yaşında, Genetik Mühendisi, Kuantum Biyolojisi Uzmanı, Mars’ta Gaian Citadel’de bilim insanı
Luna: Arin’e dedesinden emanet, Aura Kurt’u cinsi ve 16 yaşında.
Inno: Arin’in ev hizmetlerindeki yardımcısı olan Humonoid, 5 yıldır Arin ile birlikte.
Anima Memoria: Mars’ta kazılarda 2144 yılında keşfedilen, milyonlarca yıl önce yaşamış çok üst bir uygarlığa ait, organik bir prizma formunda, antik bir bilinç formu. Henüz keşfi devam ediyor.
Nullistler : G.A.I.A sistemine entegre olmayan, dijital belleğin dışında kalmayı tercih eden ya da sistemin bastırdığı geçmiş verileri ortaya çıkarmaya çalışan bilinçli bir yeraltı topluluğudur.
Gaian Citadel : İnşaatına 2132 yılında, Dünya’nın çalkantılı otomasyon tekilliğine yaklaştığı bir dönemde başlanmıştı. Projenin adı, bir sembol taşıyordu: “G.A..IA.’nın bilgeliğini evrenin kırmızı kalbine taşımak.” Burada yapay zeka ile insanlık arasındaki bağ, salt teknolojiyle değil, bilgelikle inşa edildi. O yüzden bir üs değil, bir “citadel”, yani bir bilinç mabedidir.
GAIAN CITADEL sadece bir bilim merkezi değil, insanlığın evrende parlayan feneriydi. İçinde 10.000’in üzerinde insan, 12.000 Humanoid, binlerce robot yaşıyor; yaşam, tarım, eğitim, sanat, bilinç aktarımı ve duygusal analiz sistemleri burada yürütülüyor.

Prometheon: Sessizliğin Kalbinde İnsanlığın Şaheseri
2147 yılına gelindiğinde, insanlık gezegen sınırlarının çok ötesine geçmekle kalmamış, yeni bir varoluş katmanı inşa etmişti. Bu katmanın adı: Prometheon.
Dünya’nın 290.000 kilometre dış yörüngesinde, sessizliğin ortasında süzülen bu devasa bir uzay üssü. Uzunluğu tam 1.571 metre olan Prometheon, yeryüzünde hiçbir yapının ulaşamadığı bir entropi yönetimi başarısıyla çalışıyor. Yörünge stabilizatörleri, düşük yerçekimli bölgelere uyum sağlayan manyetik savunma alanları, ışık hızına yakın hızlarda veri aktarımı yapan kuantum haberleşme halkaları ve neredeyse sessiz çalışan yönlendirilmiş füzyon motorları. Tüm bu sistemler, sadece 100 gramlık Aetherion adı verilen süperağır elementin kontrollü füzyon-tabanlı reaksiyonlarıyla beslenecek şekilde tasarlandı.